Yüzyıllar önce, şehirlerden biri, birileri tarafından kuşatıldı. Şehri kuşatmaya gelenler cılız bir savunma ile karşılaştı. Sonra bir elçi “Barış isteriz, ama Emîr’iniz buraya bizzat gelirse… Şehri ancak ona teslim ederiz!” deyince şartı kabul edildi. Emîr beraberinde küçük bir gurupla fethedilen şehre doğru yola çıktı.
Emîr, şehre geldiğinde onu bölgenin ileri gelenleri ile din adamları karşıladı. Beraber şehri gezdiler ve bir mabedin içini gezdikleri sırada Emîr’in erken başkomutanın ibadet etme vakti geldi.etmesi gerekti. Din adamı, Emîr’e, içinde bulundukları mabette ibadet edebileceklerini söylese de o başkomutan, burada ibadet ettiği takdirde ileride kendi inancına mensup kişilerin bu mabette hak iddia edebilecekleri endişesini duyduğu için teklifi kabul edemeyeceğini belirtti.
Sonunda iki taraf arasında bir anlaşma imzalandı. Yapılan anlaşmaya göre burada yaşayan halk, bazı vergiler ödeyecek ve karşılığında onların can ve mal güvenlikleri sağlanacaktı. Ayrıca şehir halkı dinî hürriyete sahip olacak ve ibadethanelerine karışılmayacaktı.
638’de, Müslümanların hakimiyet sınırları içine dahil olan Kudüs’te yaşanan yukarıdaki anlatının gerçek olduğunu biliyoruz. Kudüs’ü teslim almak için Medine’den günlerce süren bir yolculuk sonunda Kudüs’e ulaşan kişi, İkinci Halife Hz. Ömer’den başkası değildi. Kamame Kilisesi’nde namaz kılabileceğini söyleyen Patrik Sophronios’a burada namaz kılmasının ileride kilise için, Hıristiyanlar için uygunsuz sonuçlar doğurabileceği endişesini belirterek Kamame’de namaz kılamayacağını ifade eden kişi de Emîrü’l-Müminîn Ömer’di. Verdiği ahitname ile farklı inançlara mensup insanların şehirde barış içinde bir arada yaşayıp ibadetlerini yapabileceklerinin garantisini veren de oydu.
“…Bu emân, onların ellerinde bulunan kiliseleri, manastırları ve bütün ziyaret yerlerinin içini ve dışını şamildir. Bu yerler Kamame, Beytüllahim’deki İsa Aleyhisselam’ın doğum yeri Büyük Kilise; batı, kuzey ve güney olmak üzere üç kapısı bulunan mağara içindir ve bu emân Hıristiyanlardan burada bulunan Gürcüler, Habeşler, Frenklerden ziyarete gelenler, Kıptîler, Süryaniler ve Ermeniler, Nesâkire, Buakiye ve Maruniler adı geçen Patrik’e tabi olanlar için geçerlidir. Daha evvel de kendilerine Nebiyyü’l-Kerim ve Allah’ın sevgili Reasûlü tarafından mührüyle şereflenmiş emân verilmiştir ve onları kollayıp gözetlemek emredilmiştir. Bu yüzden biz müminler de onlara iyi davranır ve ihsanda bulunuruz….”