&
loading
ATLA
Yahudi Davası ve Filistin

Filistinli Mülteciler ve Yaşam Koşulları

Giriş

Bu makalede 74 yıldır yerlerinden edilmiş ve topraklarını terk etmek zorunda bırakılmış Filistinli mültecilerin göç ettikleri bölgelerdeki yaşam koşulları ele alınmıştır. Filistinli mülteciler meselesini doğuran sebepleri anlamak için önce meselenin tarihi süreci aktarılmıştır. Daha sonra Filistinli mültecilerin yaşadıkları bütün zorlukların öncelikle hukuki haklarından mahrum bırakılmalarından kaynaklı olduğunu göstermek amacıyla, uluslararası hukukta Filistinli mültecilerin sahip olduğu haklardan ve bugüne kadar meselenin ele alınış sürecinden kısaca bahsedilmiştir. Filistinli mülteciler meselesinde statü belirsizliği ve vatandaşlık elde edememe gibi sorunlar uluslararası alandaki tartışmalara ve mültecilerin göç ettikleri bölgelerin politikalarına göre değerlendirilmiştir. Son olarak Filistinli mültecilerin yoğun olarak göç ettikleri ve halihazırda barındıkları bölgelerden, bu bölgelerdeki resmi kuruluşların kamplarından ve faaliyetlerinden bahsedilmiştir. Mültecilerin ekonomik, sosyal ve hukuki alanda haklarından mahrum bırakılmaları ve içinde bulundukları yaşam koşulları ile karşı karşıya oldukları insani krizin boyutları aktarılmıştır. Bu makalenin amacı güvenli ve huzurlu bir ortamda yaşama hakkı olan tüm mülteciler gibi İsrail işgali sonrasında topraklarına el koyulmuş Filistinli mültecilerin de insani koşullarda yaşama haklılığını ortaya
koymaktır.

Tarihi Süreç

Filistin topraklarında bir Yahudi Devleti’nin kurulmasını vadeden 1917 Balfour Deklarasyonu ile başlayan ve Osmanlı Devleti’nin Filistin topraklarından çekilmesini takip eden İngiliz manda rejimi döneminde (1920-1947) Filistin toprakları, artan Yahudi göç dalgalarına (Aliyah) ve toprak transferlerine bağlı olarak şiddetli çatışmaların yaşandığı bir coğrafya haline gelmiştir. Irgun, Haganah, Stern ve Lehi gibi silahlı Yahudi grupların saldırıları ve toplu katliamları işgalin ilk yıllarından itibaren Filistinli halkı yerlerinden etmeye başlamıştır. İlk İsrail Başbakanı David Ben Gurion, 14 Mayıs 1948 günü İsrail’in kuruluşunu ve işgal devletinin bağımsızlığını ilan etmiştir. Filistin halkı için her yıl Büyük Felaket “Nakba” olarak anılan 15 Mayıs gününden sonra yüz binlerce Filistinli toplu katliamlara uğramış ve tehcir edilmiştir.1 Yerleşim yerlerinin silahlı çeteler tarafından boşaltılıp yok edilmesi, can güvenliğini korumak isteyen Filistinli halkı kendi topraklarından öncelikle henüz işgal edilmemiş yerlere sığınmaya zorlamıştır. Ancak İsrail’in devam eden sistemli işgali ve giderek artan Yahudi yerleşimciler Filistinlileri bu kentlerden de uzaklaştırmış ve zorunlu göçe mecbur bırakmıştır. İşgal devletinin sebep olduğu yıkım ve insani krizler son yüzyılda uluslararası arenada çözülmeyi bekleyen meseleler arasındadır. Nakba gününden bu yana süren işgal, Filistin
halkının dünya üzerindeki en kalabalık mülteci halk olmasına sebep olmuştur. Sadece 1948 ve 1967 yıllarındaki Arap-İsrail Savaş’ında 1 milyondan fazla Filistinlinin göç etmek zorunda kaldığı bilinmektedir.2 İsrail’in Filistin topraklarını ilhak etmesiyle topraklarından çıkarılan Filistin halkı, sığındıkları ev sahibi ülkelerde vatandaşlık hakkı elde edemeyince (Ürdün’deki 1967 öncesi mülteciler hariç) hukuki, sosyal ve ekonomik alanda geri kalmış ve yok sayılmıştır. Bu durum yaşadıkları zorluklar yanında mültecilerin ev sahibi olan devlet ve halkıyla çatışmalar yaşamasına da sebep olmuştur. 1948 ve 1967 Arap-İsrail Savaşları’nın Arap devletleri ve halkları arasında sebep olduğu gerginlikler ve yaşanan iç çatışmalar Filistinli mültecileri yakından ilgilendirmiş ve etkilemiştir.

Ürdün’de yaşanan 1970 Kara Eylül olayları, Lübnan’daki iç çatışmalar ve 1982 Beyrut Kuşatması’nın (İsrail’in Lübnan’ı işgali) başlıca
sebepleri arasında kamplardaki Filistinli mülteciler zikredilmiştir. Sonraki yıllarda Körfez Savaşı’ndan da nasibini alan mülteciler FKÖ’nün Saddam Hüseyin’e verdiği destek sebebiyle önce Kuveyt’ten daha sonra Libya’dan çıkarılmıştır. 1979 Camp David Anlaşması’nda FKÖ ile ters düşen Enver Sedat yönetimi ise Filistinli mültecilerin haklarını büyük ölçüde kısıtlamıştır.3

Uluslararası Alanda Filistinli Mülteciler

Filistinliler topraklarından çıkarıldığında vatandaşlık haklarını kaybetmiştir. Zorunlu göçe mecbur bırakılan Filistinliler “vatandaş” olamadıkları gibi (Ürdün’deki mülteciler hariç) “mülteci” statüsünde de kabul edilmedikleri için uluslararası hukuki haklardan mahrum
bırakılmıştır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği iç göçe zorlanan halkı “yerinden edilmiş” olarak tanımlamakta ve ilgi alanı dışında tutmaktadır. 1950 yılında Filistinli mültecilerin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kurulan UNRWA (Birleşmiş Milletler Filistinlilere Yardım Ajansı) ise 1946-1948 yılları arasında Filistin topraklarında ikamet eden ve 1948 savaşından sonra göç etmek zorunda kalan ancak kayıtlı olan Filistinlileri “mülteci” olarak tanımlamaktadır. Bununla beraber 1949-1967 arasında topraklarından çıkarılanları, “yerinden edilenleri” yani iç göçe zorlananları, 1948 savaşı esnasında Filistin toprakları dışında olup savaştan sonra geri dönemeyenleri ve UNRWA’ya kayıtlı olmayanları “mülteci” statüsünde kabul etmemektedir.

Mülteci statüsünde kabul edilmeleri bile başlı başına bir mesele olan Filistinli mülteciler meselesi uluslararası hukukta bugüne kadar etkili bir şekilde ele alınamamıştır. Uluslararası hukukta “mülteci” meselesine dair birçok karar alınmış olsa da maalesef bu kararlar Filistinli
mültecileri ya kapsamamış ya da hayata geçirilmeyen kararlar olarak sadece kağıt üzerinde kalmıştır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun Filistinli mülteciler meselesine ilişkin 194 sayılı kararı şöyledir: “Genel kurul, mültecilerin kendi iradeleri ile olabilecek en uygun zamanda evlerine dönmeleri ve komşularıyla barış içinde yaşamalarına izin verilmesi gerektiği, dönmek istemeyenlerin zarar gören veya tamamen yitirilen mülklerinin bedelinin uluslararası hukuk ve adalet çerçevesinde, hükümetler ya da sorumlu otoriteler tarafından ödenmesi gerektiğine karar vermiştir.” Karar bağlamında Filistinli mülteciler geri dönüş hakkına sahiptir ve bu irade kendilerine bırakılmıştır. Şayet geri dönmeleri engellendiği takdirde bu saldırı faaliyeti olarak kabul edilecektir. Buna rağmen BM’in Filistinlilerin geri dönüş hakkını garanti eden 194 sayılı kararı ve beraberinde İnsan Hakları Evrensel Bildirisi tarafından ifade edilen “her insanın ülkesinden ayrılma ve ülkesine geri dönme hakkının olduğu” karar İsrail yönetimi tarafından yok sayılmıştır. Uluslararası alanda mültecilerin hukuki statüsüne ilişkin atılan en
önemli adımlardan biri olan 1951 Cenevre Sözleşmesi ise sadece Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR)’nden yardım alan mültecileri koruma altına almaktadır. Dolayısıyla UNRWA tarafından korunan Filistinli mülteciler Cenevre Sözleşmesi kapsamı dışında tutulmuştur. UNRWA ise mültecilerin sadece fiziki ve yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamaktan öteye geçmemesi ve uluslararası alanda apolitik bir duruş sergilemesi sebebiyle Filistinli mültecilerin haklarını savunma noktasında yetersiz kalmıştır.4

İlerleyen yıllarda İlkeler Bildirgesi (1993) ile başlayan Oslo Görüşmeleri’nde uluslararası alanda ele alınan Filistinli mülteciler meselesi diğer konular gibi nihai çözüm hakkındaki pazarlıklara bırakılmıştır. Ertelenen konulara bağlı olarak nihayetinde adil bir çözüm ve barış ortamı
sağlayamayan Oslo Görüşmeleri ve sonrasında uluslararası alanda günümüze değin tartışılan fakat halen belli bir çözüme kavuş(a)mamış bu mesele kronik ve hayati bir sorun haline gelmiştir.5 Filistinli Mültecilerin En Yoğun Bulunduğu Bölgeler ve Yaşam Koşulları İsrail işgalinin ardından Filistinliler öncelikle sığınabilecekleri en yakın ülkelere göç etmiştir. ABD Mülteciler Komitesi’nin verilerine göre dünyadaki her dört mülteciden biri Filistinlidir. Günümüzde Filistinlilerin %67’si mülteci veya yerinden edilen konumdadır.6 Filistin Merkez İstatistik Bürosu’nun verilerine bakıldığında 2021’in ortalarında dünyada yaklaşık 13,8 milyon Filistinli mevcuttur ve nüfusun yaklaşık 5,23 milyonu Filistin Devleti’nde yaşamaktadır.7 Dolayısıyla günümüzde Filistin nüfusunun yarısından fazlası mülteci olarak yaşamını sürdürmektedir. UNRWA 2021 verilerine göre dünyada 6,5 milyon Filistinli mülteci bulunmakta ve mültecilerin %28,4’ü kamplarda kayıtlı olarak yaşamaktadır.8 Göç edilen bazı bölgelerde kamp dışında yaşamını sürdüren mülteci sayısı kamplardaki mülteci sayından daha fazladır. Beş bölgede yer alan ve UNRWA faaliyet alanı kapsamında bulunan toplamda 58 mülteci kampın dağılımları şu şekildedir: 10 Ürdün, 9 Suriye, 12 Lübnan, 19 Batı Şeria ve 8 Gazze. Kayıtlı olmayan ve/veya dünyanın diğer bölgelerine dağılan mültecilerin ise 1 milyona yakın olduğu tahmin edilmektedir. Filistinli mültecilerin en yoğun bulunduğu bölge 2,3 milyon ile Ürdün’dür. En fazla mülteci bulunduran ikinci bölge ise 1,4 milyon ile Gazze’dir. Sırayı 997.173 mülteci ile Batı Şeria, 513.795 mülteci ile Lübnan
ve 438.000 mülteci ile Suriye takip etmektedir.9

Ürdün

Filistin Merkez İstatistik Bürosu’nun verilerine göre UNRWA’ya bağlı 10 resmi mülteci kampında kayıtlı 397.000 Filistinli olmak üzere Ürdün’de toplamda 2,3 milyona yakın Filistinli mülteci yaşamaktadır.10 Ürdün’deki UNRWA’ya bağlı resmi mülteci kampları şunlardır: Beka, Vihdat (Yeni Amman), Marka, (Hıttin) Cebel el-Huseyn, İrbid, Ceraş (Gazze), Husn, Suf, Zarka, Talbiye. UNRWA’ya bağlı olmayan gayri resmi kamplar ise şunlardır: Suhne, Madaba, el-Şallaleh.11 1948 Arap-İsrail Savaşı’nda 100.000, 1967’den sonra 300.000’e yakın mültecinin Ürdün’e sığındığı bilinmektedir. En fazla mülteciyi barındıran Ürdün 1967 öncesinde göç eden Filistinlilerin tamamına vatandaşlık vermiştir. 1967 savaşı sonrasında Gazze’den gelen Filistinli mültecilere ise sadece geçici pasaport vermiştir. Ürdün İstatistik Kurumu 2016’da yaptığı nüfus sayımına göre Gazze kökenli mültecilerin sayısını 634.182 olarak belirlemiştir. Vatandaşlıkları olmadığı için diğer mülteciler ve Ürdün halkıyla eşit haklara sahip olmayan Gazze kökenli mülteciler yaşadıkları bölgede en yoksul topluluk olmaktadır. Gazze’den göç eden Filistinli mültecilere yapılan bu ayrımın sebebi Arap-İsrail Savaşları’na ve bu dönemde Filistin topraklarını kontrolüne alan Arap devletlerinin izlediği bağımsız politikalara dayanmaktadır.

Arap-İsrail Savaşları döneminde Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ün Ürdün kontrolünde olması ve Kral Hüseyin tarafından çıkarılan aidiyet yasası, 1954’e kadar Ürdün’e göç eden Filistinlilere vatandaşlık verilmesini sağlamıştır. Ancak savaş döneminde Gazze’nin Mısır kontrolünde olması ve 1967’den sonra göç edenlerin yasadan yararlanamaması Gazze’den göç eden mültecilerin sadece geçici seyahat belgelerine sahip olabilmesine yol açmıştır ve mülteciler bu belgeleri 2 yılda bir yenilemek zorunda bırakılmıştır. Mülteci kamplarında yaşayan Filistinli mültecilerden vatandaşlığı olanlar sosyal hizmetlerden yararlanabilmekte fakat olmayanlar hem güvensiz bir ortamda yaşamlarını sürdürmekte hem de devletin sağladığı birçok sosyal hizmetten tam olarak faydalanamamaktadır. Devletin sağladığı eğitim ve sağlık hizmetlerinden yabancı statüsünde veya yüksek ücretlerle istifade etmektedirler. Vatandaşlığı olmayan mülteciler sadece UNRWA’nın sağladığı eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanabilmektedir.

Ürdün vatandaşı olmayan Gazze kökenli Filistinli mülteciler çalışma izni alma ve diledikleri meslekleri icra etme konusunda da zorluk yaşamaktadır. Kamu sektöründe çalışamayan mülteciler yalnızca özel sektörde belli işlerde çalışabilmektedir.12

Gazze

Ürdün’den sonra en fazla mülteci barından hatta nüfusun büyük kısmının mülteci olduğu Gazze’de 1,4 milyon Filistinli mülteci yaşamaktadır. UNRWA’ya bağlı 8 mülteci kampında yaklaşık 600.000 Filistinli barınmaktadır.13 Gazze’de UNRWA’ya bağlı resmi mülteci kampları şunlardır: Cebaliye, Refah, eş-Şati, Han Yunus, Nuseyrat, el-Bureyc, el-Mağazi, Deir el-Balah.

Abluka altındaki Gazze Şeridi dünyada en fazla nüfus yoğunluğuna sahip bölgelerden biri olmaktadır. Dolayısıyla mülteci kampları çok kalabalık ve yaşam standartları da oldukça düşüktür. En büyük kamp olan Cebaliye mülteci kampında 1,5 kilometrekarelik alanda 110.000 mülteci barınmaktadır. Mısır ile sınırı bulunan Refah kampı ise kapasitesinin çok üstünde mülteci barındırmaktadır. Üçüncü en kalabalık kamp el-Şati kampıdır. Sokaklarında iki kişinin bile yan yana yürüyemediği el-Şati kampı dünya üzerinde en fazla nüfus
yoğunluğuna sahip bölgelerden biri olarak bilinmektedir.14

1967 işgalinin ardından Filistin halkı için kötüleşen ekonomik koşullar, ağır vergiler ve ticari kısıtlamalar hayat şartlarını oldukça ağır hale getirmiştir. On binlerce işçi İsrail idaresinde olan bölgelere düşük maaşla kötü şartlarda çalışmaya gitmek zorunda kalmıştır. Aksa İntifadası’ndan sonra var olan ağır imkanlar dahi ortadan kaldırılmış ve 1994’te İsrail tarafından beton ayrım duvarları inşa edilerek Gazze halkı Filistin topraklarından soyutlanmıştır. 2007’ye gelindiğinde uygulanan ambargo ile Gazze havadan, karadan ve denizden abluka altına alınmıştır.15 Nüfusun nerdeyse üçte ikisinin mülteci olduğu Gazze Şeridi’nde işsizlik %41 oranındadır. Giriş çıkışların engellendiği ablukadan önce ticari faaliyetleri oldukça canlı olan Gazze halkı şimdilerde kendi sahil şeridinde dahi İsrail savunma güçleri gözetiminde balık tutabilmektedir. Giderek artan işsizlik sebebiyle mültecilerin büyük kısmı hayatını sivil toplum kuruluşlarının yardımlarıyla sürdürmektedir.

Her türlü ekonomik, sosyal ve hukuki baskıyı gören Gazze halkı ve mülteciler insani krizin yaşandığı en çarpıcı bölgelerden biri olmaktadır. İsrail saldırılarının ardından abluka altındaki Gazze’de binaların, okulların ve hastanelerin tekrar onarımı ve inşası uzun zaman almakta hatta bazen mümkün olmamaktadır. İsrail bombardımanında zarar gören Kuzey Gazze, Doğu Gazze ve Han Yunus bölgesindeki okullarda eğitim nerdeyse durmuş vaziyettedir. Artan nüfusa rağmen genişlemeyen ve gelişemeyen yerleşim alanları Gazze halkının eğitim ve sağlık hizmetlerinden yeteri seviyede yararlanamamasına sebep olmaktadır. İnsani temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılan Gazze halkı elektrik kullanmak ve temiz su temin etmek konusunda da oldukça zorluk yaşamaktadır. Şöyle ki Gazze’de üç günde bir 5 ile 8 saat arasında temiz su tedarik edilmesine izin verilmekte bazen günde 20 saati bulan elektrik kesintileri yaşanmaktadır. Temiz su ihtiyacının yeterince karşılanamaması hijyen ve sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Elektrik kesintileri ise gündelik işlerini yapamayan insanlardan hastanelerde tedavi gören hastalara kadar herkesin hayatını zorlaştırmaktadır. Tıbbı malzeme ve ilaç tedarik etme konusunda zorluk çeken ve tam zamanlı çalışamayan hastanelerde tedavi ve ameliyat olamayan Gazzeli birçok hasta sağlık hizmetleri için İsrail bölgesine veya Mısır’a geçmek zorunda kalmaktadır. Bu konudaki birçok başvurunun çok azı İsrail yönetimi tarafından olumlu geri dönüş alabilmektedir. Abluka altındaki Gazze Şeridi’nde sık sık yaşanan İsrail saldırıları sonucunda bugüne kadar çok sayıda insan hayatını kaybetmiştir. Açık hava hapishanesine dönüştürülen Gazze’de insanlar hayatı kısıtlı, zorlayıcı ve baskı altında yaşamak zorunda bırakılmaktadır.16

Batı Şeria

Filistin Merkez İstatistik Bürosu’nun verilerine göre Batı Şeria’da yaşayan 997.173 Filistinli mültecinin dörtte biri UNRWA’ya bağlı 19 mülteci kampında barınmaktadır.17 Batı Şeria UNRWA’nın kamp sayısı ile en fazla faaliyet gösterdiği bölge olmaktadır. Bölgedeki UNRWA’ya bağlı resmi mülteci kampları şunlardır: Deir Ammar, el-Calazon, el-Fevvar, el- Arrub, el-Far’a, Nur Şems, Cenin, Tulkarim, Balata, Askar, 1 Numaralı Kamp, Kalandiya, Aida, el-Deişe, Akabet Cebr, Ayn es-Sultan, Şufat, Beyt Cibrin, el-Amari. Oslo Görüşmeleri’nde üç ayrı kontrol bölgesine ayrılan Batı Şeria’da kamplar da bu bölgelere dağılmış durumdadır. Şufat Kampı İsrail kontrolünde Kudüs sınırlarında, Kalandia Kampı sadece İsrail’in kontrolünde olan C bölgesinde, diğer 6 kamp (Deir Ammar, el- Calazon, el-Favvar, el-Arrub, el-Far’a ve Nur Şems) Filistin’in sivil İsrail’in askeri kontrolünde olan B bölgesinde ve geri kalan kamplar ise Filistin yönetiminin sivil ve askeri kontrolünde bulunan A bölgesinde yer almaktadır. 1998 yılında Nur Şems ve el-Far’a kampları A bölgesine eklendiğinden Filistin kontrolünde halihazırda 13 kamp bulunmaktadır. Görüldüğü üzere birbirinden ayrı tutulan ve idare edilen bölgelerde kamplarda yaşayan
mülteciler çalışma ve hareket serbestisi için giriş çıkışların yapıldığı kontrol noktalarından geçmek zorunda bırakılmıştır. İşsizlik sıkıntısı yaşayan mülteciler için eğitim ve sağlık hizmetleri de Gazze’ye nispeten daha iyi olmakla beraber yetersiz kalmaktadır. Nablus kentindeki Balata kampı en kalabalık kamp olarak bilinmektedir. 5.000 kapasiteli kampta 27.000 mülteci barınmaktadır. Buradaki aşırı nüfus yoğunluğu ve yetersiz yerleşim alanı hayatı zorlaştırmaktadır. İşsizlik oranı oldukça yüksek olan Batı Şeria’da gıda yetersizliği de
yaşanmaktadır. OCHA 2017 verilerine göre mültecilerin gıda güvensizliği %22 oranındadır. Sağlık hizmetlerinden farklı seviyelerde yararlanılan Batı Şeria’da en çok sağlık hizmetine ihtiyaç duyulan bölge

C bölgesi ve el-Halil şehridir. İsrail güvenlik güçlerinin saldırı ve tacizleriyle hukuksuz tutuklamaları Batı Şeria halkının ve burada yaşayan mültecilerin güvensiz ve huzursuz bir hayat sürmelerine sebep olmaktadır. Bu saldırılardan etkilenen önemli bir kesimde Batı Şeria’da eğitim gören çocuklardır. İsrail saldırıları ve tacizleri sebebiyle el-Halil, C Bölgesi ve Doğu Kudüs’te eğitim ciddi seviyede sekteye uğramaktadır. Öğrencileri ve öğretmenleri hukuksuz şekilde gözaltına alan ve tutuklayan İsrail yönetimi Batı Şeria’da yaklaşık 15.000 öğrencinin eğitim görmesine mani olmaktadır. Her alanda hakları kısıtlanan ve baskı altında yaşamaya zorlanan Filistin halkında toplumsal travmalar nesilden nesile aktarılmaktadır.18 Bütün zorlayıcı şartlara rağmen Batı Şeria kamplarının en sosyal kamplar olduğu da söylenmektedir. Filistin’e bağlı bakanlıklar ile iş birliği yapan UNRWA, Batı Şeria kamplarında birçok sosyal faaliyet yürüterek mültecilere destek olmaktadır.19

Lübnan

1948’den sonra Filistinli mültecilerin yoğun olarak sığındığı yerlerden biri de Lübnan’dır. Filistinliler Lübnan’da var oldukları ilk dönemlerden itibaren buradaki otoritelerle sorun yaşamış ve hiçbir zaman tam anlamıyla kabul görmemişlerdir. Farklı dini mezhepsel
grupların hükümette ve kamuda yer aldığı konfesyonel sistemin benimsendiği Lübnan’da tabiri caizse en tepede bulunan Maruni kesim Sünni olan Filistinlileri her zaman tehdit olarak görmüştür. Mısır’dan esen Arap milliyetçiliği rüzgarları Arap devletlerini İsrail ile mücadele
konusunda uzun bir süre canlı tutmuş hatta üzerlerinde hatırı sayılır bir baskı uygulamıştır. Ancak bu rüzgar dışarıda yaşanan çatışmaları süpürüp Lübnan topraklarının içine doğru getirdiğinde Lübnan otoritesi artık çözmesi gereken bazı iç meselelerle karşı karşıya kalmıştır.
1960’lı yıllardan sonra Filistinli direniş örgütlerinin Lübnan’daki mülteci kamplarına yerleşmesi Lübnan otoritelerinin mültecilere bakış açısını değiştirmiştir. Direniş örgütlerinin Güney Lübnan’da giderek artan faaliyetleri ve İsrail’e karşı bizzat buradan yapılan askeri
eylemler Lübnan yönetimini tedirgin etmeye başlamıştır.

Lübnan hükümetini de direniş örgütlerine yardım etme, saldırı imkanı verme ve engellememe gerekçesiyle suçlu gören İsrail, askeri güçlerin düzenlediği saldırılarla Lübnan köy ve kamplarını defalarca top ateşleriyle vurmuş Lübnan topraklarının içlerine kadar sızmıştır. Bu durum mültecilerin kamplarına da zarar vermiş çok sayıda insan hayatını kaybetmiştir. Lübnan içinde göç hareketliliği ve bazı bölgelerde yığılmalar meydana gelmiştir. Filistin direniş örgütlerin İsrail’e karşı düzenlediği her saldırı İsrail’i Lübnan içine daha çok çekmiştir. İşgale doğru giden bu yola direniş örgütlerinin itaatsizliğinin sebep olduğu düşüncesi Lübnan ile FKÖ arasında gerilmelere yol açmıştır.20 1975’e gelindiğinde
İsrail saldırılarına ve Filistinli direniş örgütlerinin Lübnan içindeki bağımsız eylemlerine bağlı olarak Filistinlilere karşı gelişen yaklaşım giderek radikalleşmiş ve sonucunda Falanjist lider Beşir Cemayel’in liderliğinde Filistinlileri taşıyan bir otobüse saldırı düzenlenmiştir.
Filistinli mültecileri ve kampları hedef alan iç savaş geriye 4.000 ölü 12.000 sınır dışı edilmiş mülteci bırakmıştır.21 Lübnan’daki Filistinli mülteci nüfusu hakkında farklı veriler bulunmaktadır. Lübnan Devleti Filistinli mültecilerin 540.000 civarında olduğunu belirtirken UNRWA kayıtlı 513.795 Filistinlinin 12 mülteci kampında barındığını belirtmektedir. Kayıtlı olmayanların ise 30-35.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Ancak saha çalışmaları yapan araştırmacılar bu sayının artan baskı ve yetersiz kaynakların sebep olduğu zorlayıcı kamp koşullarından dolayı 280.000’lere kadar gerilediğini belirtmektedir.22 Gazze’deki mültecilerden sonra en kötü hayat şartlarında yaşayan Filistinli mülteciler Lübnan vatandaşlığına kabul edilmemiştir. Temel insani haklardan ve imkanlardan mahrum kalan mülteciler eğitim ve sağlık hizmetlerinden çok kısıtlı yararlanmaktadır. Bunun yanı sıra hiçbir belgesi olmayan kayıt dışı sayılan mülteciler (bidûnlar) ise kamptakilerden bile daha kötü koşullarda yaşamlarını sürdürmektedir. Filistinli mülteciler Lübnan’a sığındığında hükümet UNRWA’ya bağlı 16 kampın kurulmasına izin vermiştir. Ancak bu kamplardan biri 1974’te İsrail bombardımanıyla, ikisi Lübnanlı Falanjist milisler tarafından yok edilmiştir. Başka bir kampta silahlı bir grupla çatışan Lübnan hükümeti burayı büyük oranda tahrip etmiş bir diğer kampı ise boşaltmıştır.

Tekrar inşa edilmeyen kamplar dışında günümüzde UNRWA’ya bağlı bulunan 12 Filistin mülteci kampı şunlardır: Ayn el-Hilveh, Nehru’l-Barid, Raşidiyye, Burc eş-Şimali, Beddavi, Burc el-Baracna, el-Buss, Şatilla, Vafel, Mieh Mieh, Dbayeh, Mar İlyas.23 Kamplarda elektrik ve su sıkıntısı ile bazen günlerce süren elektrik kesintileri yaşanmaktadır. Alt yapı sorunu yaşayan ve temiz suya erişmede zorluk çeken mülteciler yeterli derecede güneş görmeyen, rutubetli ev ortamlarında salgın hastalıklarla sağlıksız ve güvensiz ev ortamlarında yaşamaktadır. Ağır hastalıkların tedavisinde vatandaşlığı olmayanlardan yüksek ücretler istenilen Lübnan’da içinde bulundukları kötü yaşam
koşullarından dolayı birçok kronik hastalığı bulunan mülteciler devlet kimlikleri olmadığı için ücretsiz sağlık hizmetlerinden faydalanamamaktadır. UNRWA’nın yardımlarıyla geçimlerini sürdüren mülteciler işsizlik ve açlık sorunuyla hayatta kalmaya çalışmaktadır. Filistinli mültecilerin tam 70 iş kolunda çalışması Lübnan’da 1995’ten itibaren yasaklanmıştır. Yüksek işsizlik seviyesinde olan mülteciler %56’lık bir orana sahiptir. Neredeyse tamamının sağlık güvencesi olmayan mültecilerin birçoğu düşük maaşla çalışmaktadır. Filistinli mültecilerin birçok iş kolunda çalışmasının yasak olması uluslararası kuruluşların baskılarıyla 39’a düşürülmüştür. Lübnan hükümeti tarafından verilen geçici çalışma izniyle mülteciler tarım, inşaat gibi sektörlerde düşük maaşla kötü koşullarda ancak 2
yıl çalışabilmektedir.

Lübnan’da vatandaşlıkları olmayan bu sebeple birçok haktan mahrum bırakılan Filistinli mültecilerin mülk edinme hakkı da bulunmamaktadır. Bu sebeple artan nüfusa rağmen genişletilmesine izin verilmeyen kamplar yetersiz kalmakta mültecilerin hareket serbestileri kısıtlanmaktadır. Hasarlı altyapıların olduğu kamplarda açık elektrik kablolarının can güvenliğini tehdit etmesi ancak bakım ve onarım imkanın olmaması mültecilerin yaşadıkları kampları güvensiz bir hale getirmektedir.

Eğitim alanında da yeterli hizmet alamayan Filistinli mültecilerin çocukları devlet okullarında eğitim görememekte yalnızca UNRWA’ya bağlı okullara gidebilmektedir. Ancak bu okullarda oluşan aşırı yoğunluk, eğitim araçlarının ve mekanlarının yetersizliği ve ailelerin ekonomik durumu çocukların okuldan ve eğitimden uzak kalmasına yol açmaktadır.24

Suriye

Suriye’de 2011 yılına kadar 12 kampta ve farklı bölgelerde 618.128 Filistinli mülteci yaşamaktaydı. Ancak Suriye’deki çatışmaların başlamasından sonra bölgeden çok sayıda insan göç ettiğinden mültecilerin sayısının 438.000 gerilediği tahmin edilmektedir.25 Filistin
İstatistik Bürosu’nun 2017 verilerine göre UNRWA’ya bağlı 9 mülteci kampında kayıtlı yaklaşık 187.000 Filistinli mülteci bulunmaktadır.26 Bu sayı sadece kayıtlı olan mültecileri belirtmektedir. Suriye’deki UNRWA’ya bağlı resmi mülteci kampları şunlardır: Kabr Essit, Sbeine, Niyrab, Han Eshieh, Homs, Dera’a, Ceramana, Hama, Han Danun. UNRWA’ya bağlı olmayan gayri resmi kamplar ise şunlardır: Yermuk, Lazkiye, Ayn et-Tal.27 1948’deki saldırılardan sonra Suriye’ye 75.000 ila 100.000 arasında Filistinlinin göç ettiği tahmin edilmektedir. Suriye’deki verilere göre 1949’da bu sayı 95.000 olarak kaydedilmiştir.28 1967’de İsrail’in Golan Tepelerine saldırması sonucu bu bölgedeki mülteciler de Suriye içinde yer değiştirmiştir. 1948’de Filistin’in kuzeyinden, 1967’de Golan Tepeleri’nden ve 1982’de Lübnan’dan (İsrail işgalinden sonra) çok sayıda Filistinli mülteci Suriye’ye göç etmiştir. Suriye’deki iç karışıklığın ardından en az 30.000 Filistinlinin tekrar
Lübnan’a göç ettiği bilinmektedir. 2003 Irak Savaşı’ndan kaçan Filistinliler de yine Irak ve Suriye arasındaki bir tampon bölgede zorlayıcı şartlar altında yaşamaktadır.29 Filistinli mülteciler Suriye’ye göç ettikleri ilk dönmelerden itibaren hükümet mülteciler meselesini devlet politikası olarak ele aldığından Suriye’deki savaş başlayana kadar Filistinli mülteciler sosyal ve ekonomik bakımdan diğer bölgelere nispeten daha iyi koşullarda yaşamıştır. Mültecileri bireysel yeterliliklerine göre işlere yerleştirmek ve yapılan yardımların mültecilere ulaşmasını sağlamak amacıyla Filistinli Arap Mülteciler Enstitüsü kurulmuştur. Enstitü, UNRWA’nın faaliyetlerine destek olmuş ve çalışmalarını denetlemiştir.

Suriye, 1956’da kabul ettiği yasa ile mültecilere çalışma ve iş yeri açma hakkı tanımış, birçok konuda mültecileri Suriye halkı ile eşit haklara tâbi tutmuştur. Suriye hükümeti mültecilere vatandaşlık vermemiş ancak siyasi haklar dışında diğer tüm haklardan yararlanmalarını sağlamıştır. Savaşla beraber bütün düzenin değişmesine kadar olan süreçte Filistinli mültecilerle Suriyeli vatandaşlar arasında toplumsal eşitlik sağlanmıştır. Mülteciler eğitim ve sağlık hizmetlerinden yaralanmış, çalışmalarına izin verilmiştir. Dolayısıyla UNRWA burada diğer bölgelerde olduğu gibi tek yardım organı olarak değil Suriye’nin göçmen politikalarına destek olarak tamamlayıcı nitelikte faaliyet göstermiştir.

2011’de çatışmaların başlamasıyla Suriye’de yaşayan Filistinli mülteciler tıpkı Filistin’de olduğu gibi öncelikle çatışmaların henüz sıçramadığı güvenli bölgelere göç etmiş daha sonra artan olaylara bağlı olarak ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Ancak göç edecek kadar maddi durumu olmayanlar veya göç edecek imkanı bulamayanlar maalesef savaşın ortasında kalmıştır. Yapılan araştırmalara göre en az 122.000 Filistinli mültecinin Suriye’den göç ettiği, 438.000 mültecinin ise halen Suriye’de bulunduğu belirtilmiştir. Savaşın başlangıcından itibaren savaş suçu sayılan toplu katliam, işkence, zorla kaybedilme ve yerinden edilme gibi insan hakları ihlaline Suriye halkı gibi Filistinli mülteciler de maruz kalmıştır. Kamplarda yaşayan Filistinli mültecilerin yaşam koşulları giderek kötüleşmektedir. Mülteciler, insani krizin yaşandığı kamplarda temiz içme suyuna erişememe, gıda güvensizliği, altyapı sorunu ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği gibi sorunlarla mücadele
ederek hayatta kalmaya çalışmaktadır. Savaştan önce UNRWA’nın yardımları olmadan da hayatlarını sürdürebilen aileler mevcut iken savaştan sonra kuşatılan kamplarda mülteciler açlıkla mücadele etmeye başlamıştır. Savaştan sonra bütün ihtiyaçları sadece UNRWA
tarafından karşılanan mülteciler için 2018 yılında yardım çağrısında bulunulmuş ve insani krizin etkilerinin azaltılması için büyük bir bütçenin gerekli olduğu duyurulmuştur.30

Sonuç

İsrail’in Filistin topraklarını işgali ve Filistinlilerin zorla topraklarından çıkarılmaları “Filistinli mülteciler meselesi”ni ortaya çıkarmıştır. Bu meseleden işgalci İsrail yönetiminin başlıca sorumlu olduğu tarihi bir gerçektir. İşgalin başlangıcından bugüne kadar Filistinli mülteciler
meselesi uluslararası kuruluşların gündemini meşgul etmiş olsa da mesele kapsamlı biçimde ele alınmamış, çözüme yönelik çalışmalar yetersiz kalmıştır.  1948’de İsrail ilan edildikten sonra Filistin halkı yerlerinden edilmiş ve geri dönüşleri her yoldan engellenmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 194 sayılı kararı Filistinli mültecilerin geri dönüşünü güvence altına almış gözükmektedir. Karara göre Filistinli mültecilerin ve torunlarının uluslararası hukuk gereğince geri dönüş hakları vardır. Ancak İsrail yönetimine göre yalnızca vatandaşlığı olan mültecilerin geri dönüş hakkı bulunmaktadır. Oysa Filistinlilerin İsrail vatandaşlığı yoktur. Görüldüğü üzere İsrail,  Filistin halkını hem yurtlarından çıkarmış hem de yasalarla Filistin halkı ve toprakları üzerinde kendisini tek karar mercii olarak görmüş ve uluslararası hukukun aldığı hiçbir kararı bağlayıcı kabul etmemiştir. İsrail’in bu kararı reddetmesi hatta yok sayması Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun bu meseledeki otoritesinin sorgulanmasına yol açmaktadır. Bu noktada uluslararası kuruluşların meseleye sadece insani yardım boyutunda ilgili kaldığı, uluslararası hukukta alınan kararların da adil ve etkili bir çözüm sunmaktan uzak olduğu görülmektedir. İsrail işgalinden sonra farklı bölgelere dağılan Filistinliler göç ettikleri bölgelerde ikinci kez yurtsuz kalmıştır. Kendi vatandaşlıklarını kaybeden mülteciler göç ettikleri ülkelerde de vatandaşlık alamayınca birçok haktan ve imkandan mahrum bırakılmıştır. Yaşadıkları kamplarda gayri insani koşullar altında hayatta kalmaya çalışan mülteciler ilk dönemlerden itibaren barındıkları bazı ülkelerde bir “sorun” olarak görülmüştür. Bazen sığındıkları devletlerin iç çatışmalarına “sebep” olarak görülen Filistinli mülteciler meselesi bazen de devletlerin dış politikalarında bir “araç” olarak kullanılmıştır. Mültecilerin karşı karşıya oldukları sorunlar ve hayatta kalma mücadeleleri ise bahsi geçen hükümetlerin ve politikalarının arasında merkezi bir konumda olmamıştır. Sonuç olarak Filistinli mültecilerin yaşam koşullarına bakıldığında Gazze Şeridi, Suriye ve Lübnan’da ağır şartlar altında barınmaya çalışmaktadır. Abluka altında sıkışan Gazze halkı ve mültecilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi için öncelikle yerleşim yerlerinin fiziki olarak genişletilmesi ve iyileştirilmesi ancak bunun için ablukanın kaldırılması gerekmektedir. Suriye’deki savaş ve katliamlar sebebiyle can güvenliği olmayan, enkazlar arasında veya çadır kentlerde yaşamak zorunda kalan mültecilerin güvenli bir ortama yerleştirilmesi gerekmektedir. Lübnan’da ikinci sınıf muameleye ve ayrıma maruz kalan, insani koşullardan uzak ortamlarda hayatını idame etmeye çalışan mültecilerin ise yaşam koşullarının kapsamlı şekilde iyileştirilmesi gerekmektedir. Bunun için öncelikle vatandaşlık almaları ve sosyal haklardan faydalanmaları veyahut var olan koşulların iyileştirilmesi için Lübnan hükümetinin desteğiyle kapsamlı bir göçmen politikasının geliştirilmesi gerekmektedir.

Gazze’deki ablukanın kaldırılması, Suriye’deki sivillerin güvenliğinin sağlanması ve Lübnan’daki mültecilere toplumda yer verilmesi güvenli ve huzurlu bir yaşam ortamı ve toplumsal eşitlik vadetmektedir. Her geçen gün artan Yahudi yerleşim yerleri Filistin topraklarının tamamının ilhak edilmesine yönelik yayılmacı politikayı gözler önüne sermektedir. İsrail yönetimi bugüne kadar uluslararası hukukun verdiği hiçbir kararı uygulamamış ve dünya kamuoyunu dikkate almamıştır. Filistin halkına kayıpları için hiçbir tazminat ödememiş ve topraklarına hukuksuzca el oyduğu mültecilerin geri dönüşlerini her yoldan engellemiştir. Bu sebeple Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun bugüne kadar aldığı kararları yürürlüğe koyacak ciddi yaptırımlar uygulaması, sorumlu otorite ve devletlerin İsrail’in Filistin topraklarını işgalini kapsamlı ve etkili bir biçimde ele alması ve bu yönde gerçekçi politikalar geliştirmesi gerekmektedir. Ekonomik, sosyal ve hukuki haklardan çok kısıtlı olarak yararlanan, uluslararası gündemde sadece insani yardım adıyla anılan; göç ettikleri yerin vatandaşı olamayan hatta kendi toprağının bile mültecisi sayılmayan Filistinli mültecilerin yaşadıkları zorlu hayat şartları vatanlarına dönmelerini her geçen gün daha da zorunlu hale getirmektedir.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Dijital Hafıza Merkezi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Kaynakça

1 Wiiliam L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, çev. Mehmet Harmancı, Agora Yayınları, İstanbul, 2008, sy.265-
299.
2
Kadriye Sınmaz, Filistin’de İnsani Durum ve Hak İhlalleri, İNSAMER, 2021, sy.22.
3
Zahide Tuba Kor vd., Siyonizm Düşünden İşgal Gerçeğine Filistin, İHH Yayınları, İstanbul, 2010, sy.103.
4
Kor, a.g.e. s. 102-106.
5
Özge Özkoç, “Savaş ve Barış: Doksanlı Yıllarda Filistin-İsrail Sorunu” AÜ SBF Dergisi 64/3, sy.179-181.
6
Kor, a.g.e. s.104.
7
Palestinian Central Bureau of Statistics (PCBS), 2021,
https://www.pcbs.gov.ps/site/512/default.aspx?lang=en&ItemID=4024, Erişim: 25.06.2022
8
United Nations Relief and Works Agency for Palestine Refugees in the Near East (UNRWA), UNRWA Statistics
Bulletin, 2021, sy.2.
https://www.unrwa.org/what-we-do/unrwa-statistics-bulletin Erişim: 25.06.2022
9
Sınmaz, a.g.e. s.23.
10 PCBS, Registered Palestinian Refugees Who Living in Palestinian Refugee Camps, (2017),
https://www.pcbs.gov.ps/Portals/_Rainbow/Documents/Rerugees-in-Camps-diaspora-E-2017.html, Erişim:
26.06.2022
Number of Registered Palestinian Refugees by Country, (2017),

https://www.pcbs.gov.ps/Portals/_Rainbow/Documents/Registered-Refugees-by-Country-Diaspora-E-
2017.html, Erişim: 26.06.2022

11 Kor, a.g.e. s.109.
12 Uluslararası Af Örgütü (Amnesty), “70 Yıllık Yurtsuzluk: Ürdün Ceraş Kamptan Tanıklıklar”,
https://www.amnesty.org.tr/icerik/70-yillik-yurtsuzluk-urdun-ceras-kamptan-tanikliklar, Erişim: 24.06.2022
13 PCBS, a.g.e. Erişim: 26.06.2022
14 Merve Aksoy Ercümen, Filistin’de İnsani Durum Raporu, İNSAMER, Mayıs 2017, sy.4-5.
15 Kor, a.g.e. s.115-116.
16 Ercümen, a.g.e. s.2-10.
17 PCBS, a.g.e. Erişim: 26.06.2022
18 Ercümen, a.g.e. s.6-9.
19 Kor, a.g.e. s.114-115.
20 Adid Davişa, Arap Millyetçiliği, Litertaür Yayıncılık, İstanbul, 2016, sy.243-244.
21 Kadriye Sınmaz, Lübnan’daki Filistinli Mülteciler, İNSAMER,2020, sy.5-6.
Yasin Atlıoğlu, M.Fahri Danış (ed), Lübnan: Kimlik, Toplum ve Siyaset, Vadi Yayıncılık, İstanbul, 1.Basım, 2021,
sy.165-167.
22 Sınmaz, a.g.e. s.11-12.

23 Kor, a.g.e. s.111-112.
24 Sınmaz, a.g.e. s.15-21.
25 Sınmaz, Filistin’de İnsani Durum, sy.23.
26 PCBS, a.g.e. Erişim: 26.06.2022.
27 Kor, a.g.e. s.114.
28 Kadriye Sınmaz, Çifte Mülteciler: “Filistinli Mülteciler”,İNSAMER, Temmuz 2019, sy.2.
29 Kor, a.g.e. s.113-114.
30 Sınmaz, a.g.e. s.2-4.