&
loading
ATLA
Batı Şeria’da Su

İsrail Resmi Tarih Tezine Karşı Çıkış: Ilan Pappé, Avi Shlaim ve Yakov Rabkin Örnekleri

Giriş

Bu makale, kendisini Yahudilerin tartışılmaz temsilcisi ve koruyucusu olarak tanımlayan İsrail Devleti’nin tarihsel ve mevcut tutumuna, iddialarına kendi içinde ciddi eleştiriler getiren  Yahudi entelektüellerin temsil ettikleri görüşlerin arka planlarını ve bu alanda adından söz ettirmiş 3 akademisyenin profili ve İsrail-Filistin Meselesindeki konumlarını ele almaktadır. Yeni Tarihçilerden Ilan Pappé, Avi Shlaim ve Yahudi Tarihçi Profesör Yakov Rabkin’in çalışmaları ve tezleri üzerine odaklanılmıştır. Kısaca belirtmek gerekirse, İsrail’in tarihsel tezlerine ve mevcut uygulamalarına muhalif olarak tutum geliştiren özellikle iki güruh ön plana çıkmaktadır. Bunlar ‘Yeni Tarihçiler’ ve kimi ‘dindar Ortodoks Yahudiler(Harediler)’dir. Bu iki güruhun tezahürlerinin birbirinden farklı tarihsel gerekçelere ve tezlere dayandığını unutmamak gerekir. İsrail’in 1980’lerde devletin uhdesindeki belgeler üzerindeki gizlilikleri kaldırıp tarihçilerin kullanımına sunması, Yeni Tarihçiler ekolü denilen yeni bir tarih anlatımının temsilcilerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan dönüm noktasıdır. Devletin kuruluşundan itibaren resmi tarihsel anlatımı tekelinde tutan Siyonist ideoloji perspektifli yoruma alternatif teşkil edecek anlatımı ortaya koyacak olan bu tarihçiler, özellikle de İsrail’in kuruluş arafesinde ve sonrasında gelişen olaylar için alışılmışın ve öğrenilmişin dışında edevatlar ortaya koymuştur. Bir diğer öne çıkan muhalif topluluk Haradiler ise dinsel ögelerin baskın olduğu tezleriyle Siyonizimin ve Museviliğin aynı şeyi ifade etmeyip Yahudiliğin İsrail elinde suistimal edildiği iddialarından hareketle çeşitli eleştiriler getirmiştir.

 

Yeni Tarihçilerin Tarihsel Arka Planı: Geleneksel Tarih Anlatımına Alternatif Yeni Bir Tarih Anlatımı

Öncelikle İsrail’in kuruluşundan itibaren geleneksel ve ideolojik mitlerin baskın olduğu resmi anlatımında, devletin meşruiyet ve masumiyetine dayanak oluşturan iddiaların kurucu argümanlarının gölgesinde işlendiğini belirtmekte fayda var. Bu anlatım, devletin kurucu unsurlarının ve mitsel kahramanlıklarının kusursuz ögeler çerçevesinde sunulması ile de öne çıkmaktaydı. Birbirinden çok farklı ideolojilere ve geleneklere sahip Yahudilerin tek bir ulusal çatı altında ‘İsrailli’ adıyla birleştirilmesini elzem bulan Ben Gurion ve ekibi bunu yapmak için Yahudi tarihinden geleneksel dini hikayeleri modern ulusal mitlere uyarlayıp kahramanlık vurgulu anlatımların, 48 savaşı anlatımlarına yansıması farklı parametrelerde kendisini hissettirdi. Dolayısıyla akademik ve siyasi çevrelerde tekdüze anlatım silsileleri 1980’lere kadar farklı perspektiflerden yoksun olarak işlenmiştir. Başka bir ifadeyle, eğitim sisteminde de kendini özellikle hissettiren bu anlatım ortamında yetişenler, farklı kaynakların taranmasının da mümkün olmadığı bir ortamda yeni kaynakların ulaşılabilirlik kazanacağı bir dönemeçe kadar resmi arşivlerin argümanlarıyla yetinmişlerdir. Çünkü resmi ve tarihi evraklara ulaşmadaki sansür, çeşitli informasyonların ve bakış açılarının ortaya konulmasında bazı istisnalar dışında engel teşkil edegelmiştir. Bu tarihsel anlatımda özellikle göze çarpan olaylar silsilesi hiç şüphesiz  48 Arap-İsrail Savaşında yaşanan trajedilerde mümkün olduğunca İsrail’e hiçbir mesuliyet yüklemeden Arapların esas sorumlu olduğuna yapılan vurgular ve onun etrafında şekillenen iddialardır. Bu iddialara göre, 48 Savaşı esnasında göç etmek zorunda kalan 750 bin Filistinlinin tehciri, Arap liderlerin onlara radyolar üzerinde yaptıkları topraklarını terk etmeleri çağrılarına birer cevaptı ve bunda Yahudilerin herhangi bir sorumluluğundan bahsedilemezdi. Bununla birlikte gerek savaştan önce gerekse savaştan sonra Araplar daima İsrail’e karşı saldırgan tutum içerisinde olmuşlar, İsrail’in barış ve işbirliği çağrılarını yanıtsız bırakmışlardı. Bu ve buna benzer subjektif tarih anlatımları ders kitapları, radyo ve sivil kurumlar üzerinden İsrail toplum hafızasında yer edinmişti. Nitekim mezkur geleneksel anlatıma yeni bir alternatifin çıkışı 1980’lerde siyasi ve askeri evrakların, Ben Gurion, Moshe Şaret gibi devlet adamlarının günlükleri ve arşivleri üzerindeki erişim yasağının tedricen kalkmasıyla ve Lübnan Savaşıyla prestiji sarsılmış mevcut statükonun eleştirilme ihtiyacının hissediliği bir ortamda başlamıştır. Tarihçilerin taradıkları ve elde ettikleri dökümanlar, onları kendilerinin bile beklemediği yeni sonuçlara ulaştırdı. Öyle ki bu araştırmaların getirdiği bulgular Tom Segev’in “Tarihimiz sandığımızdan ve okullarda okutulanlardan daha az onurlu, daha az kahramanca ve hayranlık uyandırıcıydı.” sözüyle Yeni Tarihçilerin ilk tepkilerini anlamamızda bize yardımcı olmaktadır.[1]

Kökleşmiş bir tarihsel algının yerine akademik çalışmalarla bezenmiş yeni araştırmalar, doğal olarak devletin geleneksel ve mitsel anlatımına bir meydan okuma olarak tezahür etmekle beraber yeni bir elit kesimin meydana gelişine de zemin hazırladı. Benny Morris, Avi Shlaim, İlan Pappé ve Simha Flapan gibi tarihçilerin öncülük ettiği bu akademisyenlerin yaptıkları geniş çaplı kaynak taramaların kritik 48-49 senelerinde yaşanan dramların kökenini ve diğer resmi anlatımların tezlerini yeni baştan gündeme getirdiğini söylemek mümkündür. Elde edilen yeni belgelerin ulaştırdığı çıkarımlara göre, Arap liderlerin Filistinlilere yaptığı çağrıya dair kesin delil olmamakla beraber Yahudi askeri ve terör birliklerinin Arap köylerinde gerçekleştirdikleri tedhiş faaliyetlerinin göçlere etkisi itiraz edilmeyecek kesinlikteydi. Yüzlerce köyde askeri birliklerin saldırıları sonucu vuku bulan toplu cinayetlerin yanı sıra kovulma ve sınır dışı edilme hadiselerine  yoğun şekilde maruz kalan Filistinli sakinler, kendilerine açılan güzergahlar üzerinden köylerini terk etmek zorunda kalmışlardı. Kimi köylerde ise komşu köylerde işlenen vahşet haberleri köy ahalisi üzerinde korku yaratıp göç etme kararının alınmasıyla sonuçlanmıştı. Benny Morris’in Filistinli Mülteci Sorununun Doğuşu:1947-1949 isimli eseri mezkur savaş esnasında yaşanan tecavüz ve işkence gibi vahşetleri değinmesinin yanı sıra yüzlerce sivil masumun düzenli ve toplu infazlarını ayrıntılarıyla belgelemesi açısından oldukça önem arz etmektedir.[2] Resmi tarih anlatımına son derece zıtlık teşkil eden bu yeni bulguların getirdiği bir diğer çıkarım ise Arapların barış istemediğine dayanan tezin aksine Arap liderlerin anlaşmaya varılabilmesi ve barışın tesis edilmesi için çeşitli adımlar atmasına rağmen İsrail siyasileri tarafından kabul edilmemiş olmasıydı. Bu ve benzeri birçok konuda farklı bulgulara ve bol malzemelere ulaşan Yeni Tarihçiler, akademik dünyada hareketlenmeye sebep olmakla beraber olumlu ve olumsuz çeşitli tepkilerle karşılaşmışlardır. Nitekim kimi çevreler bu akıma, yanlış bilgilerin düzeltilmesini hataların tekrarlanmaması için olumlu yaklaşırken kimi çevreler ise onları, devletin kurucu temellerini dinamitlemekle, İsrail’e gereğinden fazla yüklenmekle ve hatta vatan hainliği ile itham etmiş olduğunu belirtmek gerekir.

 

      A)Ilan Pappé: Anti-Siyonist Bir İsrailli Akademisyen

Ilan Pappé, belki de  Yeni Tarihçiler ekolünde adından en çok söz ettiren tarihçilerden birisi olarak tarihe geçmiştir. Pappe, 1980 ve 1990’lı senelerde İsrail’de Yeni Tarihçilerin daha etkin ve saygın olduğu bir dönemde, ülkesine karşı eleştirel söylemler, tanımlamalar getiren, özellikle de 1990 ve 2000 yılları boyunca akademik dünyaya Ortadoğu ve Filistin hakkında çokça eser kazandıran muhalif bir İsrailli tarihçidir.

Pappé 1954’te Haifa kentinde Alman Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Sıradan bir İsrail vatandaşı gibi eğitimini ve askerlik görevini ifa ettikten sonra lisans eğitimini Kudüs İbrani Üniversitesinde alıp 1978’de mezun olduktan sonra doktorasını Oxford Üniversitesinde tamamlar. Üniversite gençlik çağlarında Filistinlilerin maruz kaldıkları acılara sempati duyan Pappé, aynı zamanda Yeni Tarihçilerin doğuşuna zemin hazırlayan olayların yaşandığı önemli bir süreçte akademisyenliğe doğru yol almaktaydı. İsrail’in kendisinin bir savaşta yer almasının daha çok karşı tarafın saldırmasına ve tehlike arz etmesine bağlı olduğu yönündeki tarihi tezinin aksine Lübnan Savaşına müdahil olması ve çeşitli savaş suçlarını işlemesi, bazı kesimlerde eleştirilere yol açtı. Devam eden süreçte Devlet arşivlerinin açılması, bu kesimin daha da güçlü kanıtlar ile ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Tam da böyle bir ortamda Ilan Pappé’nin çalışmalarını 1948 Savaşı arifesinde ve sonrasında yaşanan olaylara yoğunlaştırdığını görmekteyiz. Gerek akademisyen profili gerekse de aktivist kişiliğinin birleşimi sonucu eserlerinin muhtevası da bu düzlemde gelişme göstermekteydi. Nitekim doktora çalışması ‘Britanya ve İsrail-Arap Çatışması’ üzerine olmuştur. Genel manada ise Pappé’nin araştırmaları ve yazınları 750.000 Filistinlinin göçü, bu göçün planlanmış seçenek olması, sistematik ve resmi etnik temizlik, gerek İsrail vatandaşı Filistinlilerin gerekse de işgal altındaki Filistinlilerin maruz kaldığı ayrımcılık ve ırkçılık üzerine formüle edilebilir. Böylesine Yeni Tarihçi damgalı duruşunun yanı sıra siyasette de sol tandanslı Hadash Partisinde etkinlik göstermiştir.

Pappé’nin en önemli Yeni Tarihçi özelliği, mitsel anlatımlarla bezenmiş geleneksel tarih anlatımına tavizsiz bir tarzda meydan okuyup eleştiriler sıralayarak bunu eserlerinin isminde büyük ölçüde hissettirmesidir. Nitekim ‘Etnik Temizlik’, ‘İsrail Hakkında On Mit’ gibi eser isimleri bile başlı başına protest bir duruşun yansıması olarak bizlere önemli ipuçları vermektedir.

İsrail toplumunda oldukça rağbet gören ve bazı kesimlerce de devletin asli ideolojisi olarak kabul gören Siyonizm, Pappé’ye göre Ortadoğu halklarının kaderini derinden etkileyen ırkçı bir ideolojidir. Yahudileri ortak toplum, dil ve vatan etrafında toplamayı amaçlayan bir ulus hareketi olarak ortaya çıkmakla beraber, Filistin’i Yahudi kimliğe bürümeyi ve mümkün olduğunca az Filistinliyi bırakma arzusu içerisinde olan bir ideoloji olarak tanımlar. [3] Bu hedefe ulaşılabilmesi mezkur bölgede Yahudi nüfusun arttırılmasına bağlı olduğundan, sistematik yerleşim faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi kaçınılmazdır. İşte tam da bu noktada yerli halkın derdest edilip toprağın yeni bir halkın kullanımına sunulmasını Siyonizm’in ‘yerleşimci-kolonyalist’ boyutuna örnek olarak gösterir. Kalabalık yerli nüfusa sahip olmasına rağmen yerleşimci-kolonyalist hareketin demografik durumu lehine çevirip başarılı olması ise etnik temizliğe bağlıydı. Bu düzlemde  savunduğu etnik temizlik terminolojisi İsrail resmi anlatımı ile tam bir zıtlık içersindedir. Pappé incelediği askeri ve köy kayıtları arşivleri ile röportajlar gerçekleştirilen tanıkların ifadesinin birbirini tamamladığı sonuca göre; 48 Savaşı arifesinde yetkililerce hazırlanan Plan Dalet incelendiğinde, yerli halkın tedhiş faaliyetleri sonucu Filistin’den kovulması hedeflenmekteydi ve nitekim öyle de yapılmıştı. Böylece Siyonizm, Yahudilerin varoluşsal hakkını, yerli halkın bertaraf edilmesine tercih etmişti. Bu etnik temizlik faaliyetlerinin sadece 48 Savaşı esnasında yaşanmış ve bitmiş olarak sınırlamanın doğru olmayıp yansımalarının günümüzde de farklı versiyondaki girişimlerle devam ettirildiğini, hasılı Nekbe’nin henüz bitmeyen ve devam eden bir süreç olduğunu birçok konferansında ifade etmektedir. Gazze Operasyonları, Doğu Kudüs dahil Batı Şeria’daki yasadışı yerleşim birimleri, Filistinlilere ait evlerin, arazilerin yok edilmesi ve daha birçok uygulamanın etnik temizliğin parametreleri olarak gösteren Pappé, İsrail vatandaşlıkları bulunan, kimi zaman İsrail medyasında artan nüfusları sebebiyle ‘demografik bomba’ olarak nitelenen, yurttaş  Filistinlilerin maruz kaldıkları ayrımcılıklara da dikkatleri çekmektedir. [4] Devletin kuruluşundan itibaren Yahudilerle eşit vatandaşlık hakkı için mücadele sürdüren bu halkın ayrımcılık ve dışlama politikalarının yansımaları olarak karşı karşıya kaldıkları sosyal ve ekonomik problemleri şöyle sıralar; İsrail’de yoksulluk sınırı altında yaşayan ailelerin yarısından fazlasını Filistinlilerin teşkil etmesi, 2010 yılı itibariyle beslenme yetersizliğinden muzdarip çocukların üçte ikisinin Filistinli olması[5], İsrail Toprak Yasası mucibince Yahudi olmayanlara toprak satımın yasaklanması, Arap Üniversitesine müsaade edilmemesi[6], Filistinlilere ait arazilerin askeri kanton ilan edilip istimlak edilmesiyle sonuçlanması[7],güneydeki Necefli Arap Bedevilerin köylerinin devlet tarafından tanınmaması[8].

Böylesine tarihi ve köklü bir meselenin çözümü için takriben tüm siyasi ve akademik çevrelerin sıklıkla dillendirdiği iki devletli çözümün aksine Pappé tek devletli bir çözümden yana tavır koymuştur. Yahudi karakterini ön plana çıkaran ve yasalarda da sıklıkla bu karaktere vurguların kendisini hissettirdiği bir devletten ziyade Filistinlilerin ve Yahudilerin eşit haklarla yönetildiği bir devletten söz etmektedir. İki devletli çözüm seçeneklerinin başarıya ulaşamayacağını iyi bilen siyasilerin, bu tartışmalı çözüme yeni bir alternatifin çıkmasını engellemek amacıyla zaman zaman tekrardan gündeme getirdiklerini belirtmektedir.[9]

 

B)Avi Shlaim: Arap-İsrail Çalışmaları Mimarı

Avi Shlaim 1945’te Irak’ın Bağdat kentinde dünyaya gelmiştir. Yahudi Mizrahi bir aileye sahip olmasının yanı sıra varlıklı bir yaşama sahip olmalarına rağmen İsrail Devleti kurulduktan sonra diğer birçok Mizrahi (Ortadoğulu Yahudi) gibi onlar da yeni kurulan Yahudi Devletine  göç etmek zorunda kalmışlardır. Burada şu konuya değinmekte fayda görüyoruz; M.Ö 587’de Süleyman Mabedinin yıkılması akabinde Irak Babiline getirilen Yahudilerin, bu topraklardaki öyküsü bir hayli uzun yüzyıllara dayanmaktadır. İki bin yıllık devasa bir tarihi içinde barındıran bu kolektif yaşam yeri çoğu zaman Yahudiler için kültürlerini ve benliklerini geliştirmek için uygun ortamı ve yerli halkla barış içinde yaşama şansını sunmakla beraber 1948’de İsrail’in kurulması ve devamında Arap-İsrail çekişmelerinin başladığı dönemece girilmesiyle büyük oranda son bulmuş, Yahudilerin yeni kurulan devlete kalabalıklar halinde göçü ile sonlanmıştır. İşte tam da bu nokta da, Shlaim’in çocukluğuna dair kaydettiği hatıralarına göre bu Ortadoğu Yahudilerinin yeni İsrail toplumuna entegre olması zor olmakla beraber çoğu zaman ayrımcılık uygulamalarının olduğu bir sürece işaret etmektedir. Öyle ki, İsrail’in kurulmasıyla ile birlikte Filistinlilerin asıl kurbanlar olmakla beraber Arap Yahudilerin de bir diğer kurbanlar olduğunu belirtmektedir.[10] Nitekim Yeni Tarihçilerin ortaya koyduğu bir diğer argüman ise ayrıcalıklı Aşkenaz Yahudilerinin aksine toplumda ve bürokraside dışlanan Sefarad ve Mizrahi Yahudilerdir.

Babasının aksine topluma daha kolay entegre olabilen Shlaim, hayatını 16 yaşından itibaren büyük oranda Britanya’da geçirmiş ve halen de yaşamını bu ülkede idame ettirmektedir. Haliyle eğitim ve kariyer serüveni de İngiltere Üniversitelerinde şekillenmiştir. 1966 senesinde Cambridge Üniversitesi Tarih bölümünde yüksek lisansını, 1970’te Reading Üniversitesinde doktorasını tamamlamış ve Oxford Üniversitesinde ise 1987’den itibaren profesörlük ünvanıyla akademik çalışmalarına devam etmiştir.[11] Kendisinin uzmanlık alanı Avrupa Tarihi olmasına rağmen Arap-İsrail çekişmesine ilgisinin artması ve birçok eser ortaya koyması, İsrail’in 1980’lerden itibaren gizli tutulan belgeleri tarihçilerin kullanımına sunmasıyla başlamıştır. Nitekim bu dönemden itibaren Shlaim çalışmalarının merkezini Arap-İsrail çekişmesi ekseninde Ortadoğu’ya kaydırmış; İsrail devlet arşivleri dahil İngilizce, Arapça ve İbranice kaynakları  mezc edip ulaştığı bilgileri yazınlaştırarak çok sayıda özgün eseri akademik dünyaya kazandırmıştır.

Shlaim’in Çalışmalarının Ana Ekseni

Shlaim, çalışmalarını özellikle Arapların zayıf yapısı, Arap-İsrail taraflarının müzakere süreçleri, kaçırılan fırsatlar ve Ürdün Kralı Abdullah’ın İsrail temasları üzerine yoğunlaştırmıştır. Araştırmaları neticesinde, birçok Arap liderin İsrail ile anlaşma konusunda oldukça istekli olduğunu, kapsamlı bir anlaşma için İsrail’e teklif götürdüklerini ve aynı zamanda gizli görüşmeler etrafında dahi olsa ilerleme kaydedilebilmesi için çeşitli teşebbüslerde bulunduğu ama buna karşılık İsrail’in Arap rakipleri karşısında anlamlı bir müzakerenin başlaması konusunda oldukça isteksiz davrandığını her fırsatta belirtmektedir.[12] Nitekim Yeni Tarihçilerin işlediği bir diğer tez de bu konu üzerinedir. Resmi tarih, Arapların muazzam bir konsantre ve birlik içerisinde İsrail’i yok etmek için sistematik saldırılarda bulunduğunu, İsrail’in her defasında barış çağrılarına karşı uzlaşmaz bir tutum içerisinde olduklarını özellikle belirtirken, Shalim bu anlatımın tam zıddı bir haletler silsilesinin olduğunu belirtmektedir. Aslına bakıldığı takdirde Arapların hiçte yekpare olmadığını, kendi aralarında birçok çekişmenin olması yanı sıra 48 Savaşı esnasında da başarılı bir koordineden ve plandan uzak olduklarını saptamıştır. Böylece Arapların zaaflarını iyi bir şekilde kavrayan Siyonist liderler, adımlarını da askeri güce kaydıracak şekilde  atmışlardı.[13]

Shlaim, Ben Gurion’un bağımsızlık ilanı sürecinde devletin sınırlarını net bir şekilde belirtmeyip olası genişlemelere açık hale getirme niyetini taşıması,[14] devam eden süreçte Araplarla müzakere esnasında  toprağı barışa tercih etme politikası olarak tüm devlet konjonktürünü günümüze kadar etkilemekle beraber tüm hükümetlerde bunun örneklerini Demir Duvar kitabında tafsilatlı bir şekilde açıklamaktadır. Örnek vermek gerekirse 48 Savaşından sonra İsrail ile alt görüşmelerin sonuç vermemesinden hareketle daha kesin bir sonuç elde edilebilmesi arzusuyla Suriye Devlet Başkanı Hüsnü El Zaim’in, Ben Gurionla yüz yüze görüşme talebinin hemen reddedilmesi[15], Ürdün Kralı Abdullah’ın İsrail ricali ile uzun senelerden beri sıcak münasebetlerine ve müzakerelerine rağmen Ben Gurion’un Batı Şeriayı da ilhak etme palanları hazırlatması[16], bir dönem İsrail karşıtlığı ve Arap milliyetçiliği üzerinden yükselen Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır’ın dahi gizli olması şartıyla üst düzey görüşmeler teklifinin İsrail Başbakanı Moshe Şaret tarafından reddedilmesi[17] bizlere Arapların ve İsrail’in barışa yaklaşımı konusunda önemli ipuçları vermektedir. İsrail tarafının yapılacak bir barışın neye mal olacağı korkusu, hiç şüphesiz uzlaşmaz tavırları üzerinde etkili olduğu söylenebilir. Bu durum ise Arap Orta Doğusuyla çevrili güvende olmayan bir Yahudi devletinin taşıdığı tedirginlik hallerinin, kendi politikalarının  sonucu olduğunu göstermektedir.

Ilan Pappee’nin aksine kendisini Post-Siyonist olarak tanımlayan Shlaim, İsrail’i 67 sınırları öncesi içerisinde meşru bir devlet olarak tanımakla birlikte İsrail’in Filistin halkı üzerindeki baskıları ve toprakları üzerindeki işgale son vermesi gerektiğini savunmaktadır. 67 savaşından sonra işgal edilen topraklardan geri çekilip bağımsız, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin Devletinin var olma hakkını hararetle savunup iki devletli bir çözümden yanadır. Ancak İsrail’in güçlenip askeri özgüven elde ettikçe ve sınırsız Amerika desteğini almaya devam ettikçe bunun zor bir ihtimal olduğu ifade etmektedir. Zira uluslararası baskı mekanizması kurulmadığı müddetçe İsrail-Filistin meselesinin çözüme kavuşması beyhude gözükmektedir.

 

C)Yakov Rabkin: Dindar Bir Entelektüel

Montreal Üniversitesinde fahri profesör olan Yakov Rabkin, literatüre tarih-bilim ilişkisi, modern çağda bilim, Amerika ve Sovyet Rusya’da bilim gibi konularda alanına katkı sağlayan bir tarihçi olmakla beraber İsrail-Filistin Meselesine dair de Musevilik teolojisi temelli çalışmalar ortaya koymaktadır. Tarihçi ve akademisyen bir entelektüel kimliğinin yanı sıra kipalı imajıyla dikkat çeken ve dindar bir Yahudi olan Rabkin, uluslar arası pek çok akademik platformda yer almasıyla tanınmaktadır. Çok çeşitli elektronik platformlarda aktif olmakla beraber hahamlardan oluşan kuruluşlarda hahamlarla çokça bir araya gelmektedir. [18]

Rabkin, Filistin-İsrail meselesinde savunduğu ve odaklandığı esas mevzu Gelenekselci Haredi Yahudilere yakın olup Siyonizm’in Museviliği yansıtmadığı ve kendisini Yahudi Devleti olarak tanımlayan İsrail’in benimsediği Siyonizm ideolojisinin Yahudiler için potansiyel tehlike arzettiği ve özelinde de geleneksel Yahudiliğe zarar verdiğidir. Öyle ki, Siyonizm ile Museviliği bir tutmanın, Müslümanlarla Radikal sözde İslamcıları bir tutmak kadar hatalı olduğunu belirtir. [19] Zira ona göre Siyonizmi ideoloji olarak benimseyen İsrail bu doğrultuda iç ve dış siyasetinin hatlarını planlamakta ve bu planlamaları yaparken de Yahudilik ve Yahudi halkı adına hareket ettiğini özellikle vurgular. Ortaya koyduğu birçok politik adımda Yahudilik motiflerini kullanması, zalimlik derecesine varmış olan devlet geleneğinin Yahudilik adına işlenmesi onun için kabul edilemez bir çarpıtmayı taşımaktadır. Bu çarpıtma Yahudiliğe karşı Müslümanlar arasında nefret uyandırmasına sebep olmasının yanı sıra Yahudilerin varlığını kendi varlığına bağlayan İsrail’in yanlış bir temsiliyete bürünüp tüm Yahudileri zan altında bırakmasıyla sonuçlanmaktadır. Bu noktadaki yaklaşım Yahudiler arasında çıkan başka bir fay çatlağı olarak görülebilir. Zira özellikle Nazilerin Holokost Soykırımından sonra gerek uluslar arası camiada gerekse Yahudiler arasında bir Yahudi Devletinin var olması, Yahudi halkının var oluşu ve bekası için zaruri görülürken Ortodoks Haredi Yahudiler tarafından teolojik anlamda bu devlet bir küfür ve Tanrı’ya isyan olarak addedilmiştir. Bu bağlamda Haredi topluluk için İsrail’in metafizik bir değeri olmadığı gibi tanıma ve destekleme konusunda da kendilerini geri planda tuttukları bir vakıadır. Küfür devleti olarak addettikleri bu devleti diğer Yahudilerden farklı yorumlamaları sebebiyle olsa gerek ki, İsrail’deki Haredilerin vergi vermeme, askeri hizmette bulunmama ve kendi eğitim kurumlarında eğitim alma şeklinde tezahür eden hayatlarını gettolaşmış mahallelerde sürdürmektedirler. Devlete itaatten ziyade Tevrat’a itaati özenle vurgularlar. Rabkin, Haredilerin bu mesafeli duruşunda devleti kuranların seküler tandasta olup Yahudiliğin din olarak değil de ırk olarak ön plana çıkartılmasının ve beklenen Mesih gelmeden kutsal topraklara kitlesel göçün Talmutta yasaklanmasının etkili olduğunu ekler. [20] Devletin sınırlarını ve topraklarını çokça ön plana çıkartıp Tanrı ve Tevrat sevgisinin daha geri planda kalınmasından da yakınılır. Bu durum Rabkin için, İsrail’in dinsel öğeleri yeri geldiğinde amaçları için araç olarak kullandığının ve bu bağlamda Filistin halkının haksızca mağdur edildiğini ortaya koyar. Şiddeti katiyetle tasvip etmeyen Geleneksel Yahudiliğin süregelen Filistin-İsrail Meselesine yaklaşımı oldukça nettir: İsrail, işgale son verip Filistin Devleti’ne zemin hazırlamalı ve bu halkın haklarını tanımalıdır aksi takdirde Tanrı’nın gazabı sonucu tüm Yahudiler daha büyük bir cezalandırma ile karşı karşıya kalacaktır. Öyle ki, çatışmaların çok yoğunlaştığı zaman dilimlerinde dünyanın dört bir yanından Ortodoks Yahudilerin işgale karşı protestolar düzenlediğine şahit olunmaktadır. Bu tarz protestolarda boy gösteren Yahudiler dünyaya farklı ve olumlu bir imaj çizmektedir. Özellikle İslam dünyasında, hümanist Yahudilerin ve belki de gelecekte müzakerelerin yürütülebileceği ılımlı bir kesimin olduğunu hatırlatıp kimi çevrelerde umut verici olarak nitelendirilmektedir.

Yakov Rabkin, kimi Yahudilerin ve İsrail devlet adamlarının davranışlarını, intikam açıklamalarını ve Filistin halkına yaşatılan mağduriyetleri hayra alamet görmemektedir. Gücün ve güvenlik kaygılarının gittikçe daha çok tehlikeli bir hal alması yanı sıra zengin Yahudi tarihinin seküler yaklaşımlarla yorumlanması bir halkı memnun ederken bir diğer halkı mezalimin kucağına bırakmaktadır. Militarizmin bu denli yüceltilip sıparta bir toplumun meydana gelmesi ise Filistinlilerle ortak bir paydada buluşulmasını günden güne zorlaştırmaktadır.  Oysa komşularla ve diğer devletlerle sonu gelmez çekişmeler içinde Yahudileri stresli yaşamaya sevk edecek tansiyon yükselmelerinin önüne geçilip Tevratın emrettiği üzere savaştan kaçınıp barış üzerine temellenecek ve tüm ulusları memnun edecek bir sistem üzerine kafa yorulmalıdır. İki devletli çözümden ziyade iki uluslu “bir devlet”, kalıcı barış için daha gereçkçidir. Burada önemli olan, güç kullanmayı yasaklayan Tevrat kurallarının pratiğe geçirilmesi ve böylece çıkan sonuçtan herkesin esenliğine katkıda bulunmaktır. Aksi takdirde, ahlaki sorumluluğu öncelemeyen bir toplum çökmeye mahkumdur.[21]

Sonuç

İncelediğimiz her üç entelektüel de İsrail’e ciddi eleştiriler getirmekle beraber Ilan Pappé ve Avi Shlaim siyasi normlar üzerinden iddialarını dile getirirken, Rakov Rabkin teolojik normlar çerçevesinde bir model çizmiştir. Bununla beraber, Pappé ve Shlaim’in kolektif bir akademik yapı içinde yerlerini alıp bu grubun başta gelen temsilcileri olduğunu ifade edebiliriz. Kolektif bir akademik yapı dediğimiz Yeni Tarihçilerin ortaya çıkışından sonra resmi tarihin taze belgelerle mercek altına alınması sonucu kimi İsrailliler de öz eleştirinin yapması akabinde Filistin halkına sempati ile yaklaşma durumu söz konusu olmuştur. Bu durum ise gerek siyasette gerekse de kimi sosyal platformlarda yeni söylemlerin ve yaklaşımların ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Diğer taraftan Ortodoks Haredi nüfusun büyük çoğunluğu ise devletin kurulmasından önce ve sonra yeni kurulan bu devlete mesafeli kalmakla yetinmemiş ve her fırsatta dini referanslı söylemler geliştirmişlerdir. Yakov Rabkin’in de sık sık ifade ettiği gibi bir nevi “yanlış bir temsiliyet” bunalımı içerisinde olan Yahudi topluluğu, başka bir milletin haklarına müdahale ettiği müddetçe kendisini güvenli bir gelecek beklememektedir. Bu noktada farklı yaklaşımlar ve konu başlıkları içerisinde ilerleyen her iki güruhta Filistin halkının da haklarının teslim edilmesi noktasına birleşmektedirler. Nitekim bu adım Ortadoğu esenliği için önemli bir yer tutmaktadır.

Yeni Tarihçilerin ulaştığı materyaller kimi aşırı milliyetçi İsrailliler ve siyasiler tarafından endişeyle takip edilmiş hatta ulaştıkları bir takım bilgilerin tarih kitaplarının müfredatında yer alması tedirginliklerini arttırmıştır. Nitekim aşırı sağcı Likud Partisi iktidar olur olmaz tarih kitaplarının içeriğinin yenilenmesi yönünde adımlar atma gereği hissetmiştir. Takip eden senelerde ise İntifada’nın vuku bulması, Filistinli canlı bombaların eylemleri ve siyasi krizlerin ayuka çıkması; İsrail toplumunda güvenlik kaygılarının ve aşırı sağın yükselmesi ile sonuçlanıp Yeni Tarihçilerin etkisini azaltmıştır. Nitekim Pappé baskılara dayanamayıp ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Ancak yine de Yeni Tarihçiler akademik çalışmalarına günümüzde devam etmekte, akademik dünyada özellikle de Müslüman akademisyenler ve okuyucular tarafından ilgiyle takip edilmektedir. Haredi Yahudiler ise gerek siyasi gerekse de sosyal platformlardan  çalışmalarına STK’ları da etkin kullanarak devam etmektedir.

 

GAMZE SOYSAL

[1]Selin Çağlayan,  İsrail Sözlüğü, İletişim Yayınları, İstanbul, 4. Baskı, 2017, s.124.

[2] Ilan Greilsammer, “The New Historians of Israel and their Political İnvolvement” https://journals.openedition.org/bcrfj/6868 Erişim Tarihi: 10.06.2021 .

[3] Noam Chomsky, Ilan Pappé, Terc: Solmaz Kamuran, Filistin Üzerine Konuşmalar, İnkılap Yayınevi, İstanbul.  2016, s. 46.

[4] Ilan Pappé, Unutulmuş Filistinliler, Terc: Tuğçe Ersoy Ceylan, Küre Yayınları, İstanbul, 1. Baskı, 2020, s. 14.

[5] Pappé, a.g.e. s.124.

[6] Pappé, a.g.e. s.125.

[7] Pappé, a.g.e. s.151.

[8] Pappé, a.g.e. s.196.

[9] Ilan Pappé, “The Two States Solution”, https://www.youtube.com/watch?v=9EIlmmogfWg&t=11s Erişim Tarihi: 14.07.2021

[10] Avi Shlaim, “Josour”, https://www.youtube.com/watch?v=kIEVxZiN_Kw Erişim Tarihi: 19.07.2021

[11] Wikipedia, “Avi Shlaim-Kariyeri”, https://tr.wikipedia.org/wiki/Avi_Shlaim Erişim Tarihi: 19.07.2021

[12] Democracy Now, “Leading İsraeli Scholar Avi Shlaim: İsrael Committing “State Terror” in Gazza Attack, Preventing Peace”,

https://www.democracynow.org/2009/1/14/leading_israeli_scholar_avi_shlaim_israel Erişim    Tarihi:20.07.2021.

 

[13] Zafer Balpınar, “İsrail’in Devlet Kurgusu Güvenli bir Yahudi Yurdu mu? Yoksa Güvenlikçi bir Yahudi Devleti mi?” Dergi Park Araştırma Makalesi 26 (2013):6.

[14] Avi Shlaim, Demir Duvar, Terc: Tuba Demirci, Küre Yayınları, İstanbul, 1. Baskı, 2019, s. 79.

[15] Avi Shlaim, a.g.e. s. 95.

[16] Avi Shlaim, a.g.e. s. 121.

[17] Avi Shlaim, a.g.e. s. 188.

[18] Yakov Rabkin, Historian and Aouthor “About the Aouthor” , http://www.yakovrabkin.ca/ Erişim Tarihi: 18.08.2021.

[19] Yakov M. Rabkin, Yahudilerin Siyonizm Karşıtlığı, Terc: Şahika Tohel, İletişim Yayınları, İstanbul, 1. Baskı, 2014, s.  12.

[20] Yakov Rabkin, a.g.e. s. 65.

[21]  Yakov Rabkin a.g.e. s. 192-193.