40. Yılında Sabra Şatilla Katliamı
1982 yılının 15 Eylül günü savunma bakanı Ariel Şaron liderliğindeki işgalci İsrail birlikleri, Sabra ve Şatilla kampını kuşatarak sivil giriş çıkışını durdurduğunda, kampta yaşayan binlerce Filistinli mülteci için kapıda büyük bir tehlike vardı. Nitekim hemen ardından 16 Eylül gecesinde henüz güneş doğmadan gelen Falanjistler de İsrail ordusunun yanındaki yerini aldı.
İki taraf arasında yapılan görüşme sonrasında, Lübnan kuvvetleri silah ve kesici aletlerle kampa giriş yapmaya başladı. Askerlere kampta yaşayanlara zarar verilmesi noktasında kesin emirler verilmişti. Onlar da aldıkları emirleri katliamın sürdüğü üç gün boyunca nadir görülecek bir canilikle uyguladı. Aşırı sağcı Hristiyan milisler, çocuk yaşlı demeden insanları öldürdüler. Mültecilere ait hayvanlar bile bu saldırılardan nasibini almıştı. Katliam boyunca İsrail ordusu da kuşatmayı sürdürdü. Geceleri de ateşlenen işaret fişekleriyle kampı aydınlatarak Lübnan kuvvetlerine yardım etti. 18 Eylül’de Lübnan kuvvetleri çekilinceye kadar devam eden saldırı sonucunda 3500’e yakın Filistinli mülteci öldürüldü. Bu eşine az rastlanır insanlık suçu karşısında gösterilen tepki ise, sadece Birleşmiş Milletler tarafından katliamdan üç ay sonra yayınlanan bir kınamaydı. Birleşmiş Milletler katliamı bir soykırım olarak adlandırdı. Ancak bu soykırımın faillerinden ne bir kişi yargılandı ne de bir kişi ceza aldı.
Katliamdan sağ kurtulan 23 kişi Haziran 2001’de o sırada İsrail ordularının başında bulunan Ariel Şaron aleyhine insanlık suçu işlediği gerekçesiyle Belçika’da dava açtı. Ancak ABD ve İsrail’in baskılarıyla bu dava düşürüldü. Bu dehşet verici katliamın dayandırıldığı bahanelerden biri 23 Ağustos 1982’de İsrail’in desteğiyle cumhurbaşkanı seçilen Ketaib Partisi lideri Beşir Cemayel’in seçildikten üç hafta sonra 14 Eylül’de bir bombalı saldırı sonucu öldürülmesiydi. Bu cinayetten Filistinliler sorumlu tutulmuştu. Halbuki işin gerçeği bambaşkaydı. Beşir Cemayel’e düzenlenen suikast, Suriye kaynaklıydı. Nitekim bu suikastın faili Habib Şartouni suçunu itiraf ederek 2017’de ölüm cezasına çarptırıldı. Gerçeklikten tamamen uzak bir bahaneyle suikasttan hemen sonraki gün başlanan ve binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan katliam ise hesabı sorulmamış kara bir leke olarak insanlık tarihindeki yerini aldı.
İsrail’in uluslararası hukuku ve insani değerleri umursamayarak işlediği diğer birçok suç gibi, bu katliamın da üzerinin kapatılması bizler için çok da yabancı bir durum olmamakla birlikte; başta Müslüman ülkelerin takındığı pasif tavırlar varlığını sürdürdükçe, cezasız bırakılan suçlar da var olmaya devam edecektir.